Modernleşme Sürecinde Kadın Ressamlar


Yazan : Nazan Azeri
 
  Modernleşme sürecinde ilk kuşak kadın ressamları incelemek, Osmanlıda dinsel açıdan kadının durumuna,   toplumdaki ve sanattaki dönüşümlere ve bunların sebeplerine de bakmamızı gerektiriyor. Kadının baskılandığı,   suret yasağı geleneğinden gelen islami bir toplumdan nasıl oldu da kadın ressamlar çıkabildi?   Bu sorunun cevabı süreci oluşturan toplumsal arka planı, öncesi ve sonrasını, yaşanan kırılmaları anlamamızı gerektiriyor. Batının sömürgecilik birikimi, bilim ve teknikte ilerleme , modernleşme, aydınlanma, ulusçuluk ve kapitalizme geçiş sürecinde, değişime ayak uyduramayan, yeni perspektifler oluşturamayan toplumlar güç kaybına uğramışlardır. Bu sürecin etkileri Osmanlı’da   savaşlarda yenilgilerin, toprak kayıplarının başlamasını, sürecin önüne geçmek, yenilenmek için modernleşme çabalarını gerektirmiştir. Lale devrinde (1718-1730) Padişah 3.Ahmet’le başlayıp , 3. Selim (1789-1807) ve 2. Mahmut dönemlerinde öncelikle askeri daha sonra da eğitim alanında devam eden yenileşme hareketleri, laik eğitim yapan erkek ve kız okullarının açılmasına ve kültürel alanda değişikliklere yol açar.
 
Osmanlı toplumu, islam ve kadın

  Osmanlı imparatorluğunda tanzimat dönemine kadar özel hukuk alanında şer’i ve örfi hukuk, tanzimattan sonra dini referanslı mecelle yürürlükte olmuştur. İslamiyetin kutsal kitabı Kuran, inanç sistemi kurmasının yanında, bu dünya düzenine ilişkin kuralları da kapsar. İslami kurallar bütününde, insanlar allahın kuludur. Kadının konumu , erkeğin çok eşliliği , cariyelik, miras hukuku, mahkemede tanıklık gibi konularda ikincil pozisyonundadır. Osmanlı toplumunda   bu çerçevede kadın şehirlerde eviçi hayat ile sınırlanmış, tarlada çalışmış ama   ekonomik olarak zayıflatılmıştır. Nisa suresinde “ Erkekler kadınlardan üstündür, çünkü allah birçok konuda onları kadınlardan üstün kılmıştır. Çünkü onlar kadınları kazançlarıyla geçindirirler, doyururlar. İyi kadınlar da eşleriyle uyum sağlarlar ve allah onların hakkını nasıl korumuşsa, kocaları yanlarında olmasa da iffetlerini korurlar.” ” Şirretlik edenlere önce öğüt verin, onları yatakta yalnız bırakın. Yine fayda etmezse dövün onları. Fakat size itaat ederlerse, onlara eziyet etmek için yol aramayın. Şüphe yok ki allah çok yüce ve erişilmezdir.” denmektedir. Yani erkeğe, kadını kazancı ile geçindirme karşılığında, ondan üstünlük ve   uyum göstermeyen kadın üzerinde şiddet uygulama hakkı verilmiştir.
  Patriyarkal sistemlerde yöntem, ikincilleştirilecek olanın önce kapasitesini, aklını ve   ekonomik anlamda emeğini (güvencesiz ve bağımlı ev içi emek, ya da iş hayatında düşük ücret)     küçümsiyerek mülksüzleştirmek, mülksüzleştirilmiş olanın   sömürülmesini meşrulaştırmak şeklinde işler.
  John Berger’e göre "Kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak demektir.”(1) Bu zihniyet    antik Yunan’ dan Roma’ya , Avrupa ortaçağına kadar uzanır. Kadın hakları kavramı ilk kez aydınlanma çağında gündeme gelir.

Kadın haklarının tartışılması

  Osmanlıda toplumsal şartlardan kaynaklanan gelişmeler, zamanla kadının iş hayatına katılımını gerektirir. İmparatorluğun son dönemlerinde Rus, Yunan, Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında anadoluda kadın, savaştaki erkeğin bıraktığı her işi yapmıştır. Savaşta cepheye giden kadınlara beceri kazandırmak için hastabakıcılık kursları açılır, ekonomik ve sosyal hayatın zorlamasıyla iş hayatında yavaş yavaş yer almaya başlar. 1. Dünya savaşında, savaş gerisi sanayi kollarında çalışmaya başlar. Bu süreçte, bazılarını kadınların çıkardığı gazete ve dergiler yayınlanmaya, başlar. Kadınlar, dergilerinde ülkenin ve kadının özgürlüğü açısından en önemli ilkenin “ iktisadi bağımsızlık” olduğunu, bunun ancak sanayileşme ile gerçekleşebileceğini teşhis etmişler, Osmanlı devletini yargı, ceza hakkı ve mali açıdan dışa bağımlı kılan padişahların düşüncelerini eleştirmişlerdir.(2) İngiltere’den, Norveç’ten kadın hareketleri ile ilgili bilgileri ve yöntemleri, çıkardıkları dergilerde açıklayıp tartışırlar, oradaki kadın hareketlerini destekleyip, kendi seçme ve seçilme hakkına ilişkin taleplerini dile getirler. (3) 1908 de “ Mehasin” dergisinde ilk kez Halide Edip Adıvar feminizmden bahseder. Kadın hakları için dernekler kurulur. Hak arama, hayır ve yardımlaşma amacı ile kurulan ve başında iyi eğitim almış zengin ailelerin kız ve eşlerinin yer aldığı kadın dernekleri bir süre sonra Kurtuluş Savaşı hareketi içinde erkeklerin yanında yer alır. Dernek başkanları olan kadınlar, halkı işgale karşı direnmeye çağıran mitingler yaparlar. İlk direniş mitingi 15 mayıs 1919 ‘da Halide Edip tarafından başlatılır.
 
  Kadının ezilmişliğine itirazlar erkek yazarlar tarafından da dile getirilir. Celal Nuri İleri   kadın erkek eşitliği, eşit işe eşit ücret verilmesinden bahseder. Hamdullah Suphi, Osman Hamdi bey kadının eğitimsiz bırakılmışlığından, toplumdaki kaderci zihniyetten şikayetçidir. Ahmet Mithat Efendi “ Eyvah” adlı yapıtında (1872) erkekte çok eşliliği, Şemsettin Sami “Teaşşuk-ı Talat ve “ Fitnat” adlı yapıtlarında kadınların örtünmesini, Sami Paşazade Sezai “ Sergüzeşt” (1889) isimli romanında cariyelik kurumunu eleştirirler. 1917 de aile hukukunda yapılan düzenleme ile “erkekte çok eşlilik için kadının rızasının aranması” hakkı kadına verilir ancak 2 yıl sonra kaldırılır. Lale devrinde başlayan modernleşme çabaları yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulmasıyla iyice hızlanır. Hızlı modernleşme çerçevesinde Atatürk’ün öncülüğünde yapılan bir dizi devrimlerle yönetimde laiklik ilkesi benimsenir. Din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile din konusu bireyin vicdanına bırakılır. 1926 da çıkarılan Türk medeni kanunu ile aile ve miras hukukunda   kadın-erkek eşitsizlikleri giderilir. 3 nisan 1930 da belediye seçimlerine katılma, 1935 seçimlerinde de milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilir ve 18 kadın milletvekili meclise girer .
 
Görsel sanatlarda dönüşümler

  Osmanlıda hat, başat sanatdır. Zira islamın tanrısı, yeryüzünde bedenleşmemiş soyut bir tanrıdır, hristiyanlıktaki gibi resimlenmesi mümkün değildir. Yaratmak allaha mahsus olduğundan sanatçının öncelikle bir suret (yüz), sırası ile hayvan, bitki türünden canlı varlıkları çizerek yaratması yasaktır. Minyatürler ise kitap arası resimlemelerdir ve osmanlıda başat sanat olmayıp bu dünyada yer alışı ima edecek üç boyutluluk içermezler. Kitap resimleme, hat ve minyatür sanatı, matbaanın girişi ve pahalılığı dolayısı ile bir kenara bırakılınca,   minyatür kitaptan çıkıp saray ve halk konutlarında duvar resmine dönüşür. Önceleri minyatüre eklenen doğa parçalarında aranmaya başlayan ışık-gölge, perspektif gibi yenilikler artık manzara kompozisyonlarında aranır. 18. Ve 19. yy. larda geleneksel duvar nakkaşlığı ve kalem işi nakışların yerini Barok ve Rokoko süslemeler, manzara ve notürmorlar alır. 19. yy. sonunda figürlü duvar resimleri de bunların arasına girer. Çünkü figürde 3. boyutu yakalamak için gerekli anatomi bilgisi, askeri okul ve akademinin açılması ile gerçekleşir. Bunu etkiletyen asıl etmen ise zihniyette başlayan değişim, yani modernleşme istekleridir.
 
  İstanbul’da, Avrupa’nın İstanbul’daki mali işlerini yürütmek için gayrimüslim bir burjuva sınıfı oluşmuştur. Kozmopolit bir eğitim görmüş zengin Osmanlı ailelerin çocukları, müsadere sisteminin kalkması ile yönetici olarak devlette görev almış, bu süreç açık pazar haline gelen İstanbul’da serbest bir sanatçı piyasasının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Sanatçılara iş veren ve destekleyenler bu yabancı sermaye elemanları, tanzimat paşaları, sarraflar ve padişahın kendisidir. Çoğunluğu Fransa’dan gelen sanatçılar batı gözü ile tahayyül ettikleri doğunun resmini yapmaktadırlar (oryantalistler).
 
  Ordunun modernleştirilmesi için Topçu Okulu ve Harp Okulu’nda topografik amaçlarla desen ve perspektif dersleri konmuş, bu amaçla Avrupa’dan hocalar getirtilmiştir. Askeri okuldan yetişen sanatçılar tuval resmine geçtiklerinde temaları genellikle manzara içinde mimari olur. 16. yy. ın tarihsel konulu minyatürlerindeki mimari öğeler, oradan konutlardaki duvar resimlerine , 19. yy. sonunda da asker ressamlarla tuvale geçer. Pirimtifler olarak nitelenen ve çoğunlukla fotoğraftan çalışan bu sanatçılar öncelikle doğa içinde yer alan dinsel mekan, cami, kışla, okul, ticari binalar, saraylar gibi anıt niteliğindeki yapıları resmetmişlerdir. Kanımca bilinçli olmasa da   doğa ve doğa içindeki anıtsal yapılarda deneyimlenen yüce duygusunun ifadesi olarak.
  
  1908-1910 yıllarında Sanayi-i Nefise’den mezun olup, devletçe Avrupa’ya gönderilip 1. Dünya savaşının başlaması ile yurda dönen 1914 kuşağı, orada devri kapanmış izlenimci resmi yurda taşırken , aynı yıllarda Avrupa’lı sanatçılar da gözlerini Doğu’ya ve Afrikaya çeviriyorlardı. Minyatürün üç boyutlanıp manzara resimleri olarak duvar resmine , oradan da asker ressamlarla tuvale geçmesi, inanç merkezli bir anlayıştan,   pozitivizme, duyuma dayanan naturalist dünya algısına geçişi gösterir. Asker ressamlarda naturalizm, objeye dayalı objektif bir naturalizmi işaret eder. Sonsuzluk ve yücelik duygusu seçilen nesnelerin anıtsallığında kendisini dile getirir. 1914 kuşağının empresyonist resimde aradığını bulması yine kanımca doğru bir tercihtir . Hem suret yasağından gelen geleneksel anlayışla hem de duvar ve tavan resimleri ile asker ressamlardan gelen manzara ve noturmort konuları izlenimciliğin ağırlıklı konularıyla paralellik oluşturmaktadır. Onların, empresyonizmin duyuma dayalı subjektif naturalizminde, empirist, deneyselci, bireyselliğe yer veren positivist anlayışında   ihtiyaç duyduğu nitelikleri bulmuş olması anlaşılabilir bir tercihtir.   Onlar, akış halindeki ışık tayfının anlık duyumlarından kendilerine yansıyan duyumları resmederken duyumsal olanı, bu dünyanın anlık duyuma dayalı   görünüşler dünyasını yakalamış olurlar. Çağın ve Osmanlı’nın toplumsal hayatındaki hızlı dönüşüm, yaşanan çalkantılar, dönemin hızı, hızlı resim yapma tekniğine uygun düşmektedir. Neden bu kuşak oradaki daha yeni, daha çağdaş akımlardan etkilenmediler konusu zaman zaman sorulmakta ise de, nedeni, batının şartları ve arayışları ile, onların şartları ve arayışları arasında, taban tabana zıt ihtiyaçların söz konusu olmasındandır.
 
  Avrupa’da çeşitli sanat akımları , önce birinci, sonra da ikinci dünya savaşının etkileri ile yozlaşmış burjuva aklı ve değerlerine karşı çıkarken ve moderniteyle hesaplaşmalarını sanata yansıtırken, bu çerçevede zaman zaman Doğu ve Afrika sanatlarına yönelip,   sömürgecilik ile de bağlantılı olarak oralardan biçimsel destek almışlardır.    Aynı yıllarda ise burada geç kalmış bir moderniteyi yakalama isteği ve T.C. nin kurulması ile yeni bir umut ve hızlı bir modernleşme çabası görülmektedir. Özgün olmak, özsuyunu yaşadığı yer ve zamandan , o çağın bilim, felsefe, toplumsal olaylarından almak, hepsini harmanlayıp biçime dönüştürebilmek, tıkandığı noktada kendi dışına çıkıp bakmak ama bakıp gördüğünü de yine kendi durduğu yere göre değerlendirerek yeniden biçime dönüştürebilmektir. Bu noktada Avrupaya gönderilen 1914 kuşağının empresyonizmde aradığını bulması anlaşılabilir bir durumdur. Ama ilk empresyonistler ile daha sonra Müstakiller , D gurubu Soyutlamacılık akımlarının bunu yapabilip yapamadıkları ayrı bir değerlendirmenin konusudur.   

Bu süreçte kadın sanatçılar
 
  Resim alanında varlık göstermiş, evlenerek bunu başaramasa da resim eğitimi alabilmiş müslüman kadın ressamlar saray çevresine yakın, yüksek düzeyde bürokrat olan ailelerin kızlarıdır. Evlerinde ya da yabancı misyon okullarında (genellikle Notre Damé de sion ve Üsküdar Amerikan Kız Koleji ) ilk eğitimlerini almış, ya İnas Sanayi-i Nefise mektebinde ya da yurt dışında veya ülkeye gelen batılı oryantalist sanatçılardan resim eğitimi almışlardır.
 
 Osmanlı toplum düzeninde kadına biçilen ev içi yaşam ve “kocanın getirdiği rızka razı olma” halini henüz İnas Sanayi-i Nefise mektebi açılmadan önce kabullenmiyerek ilk kadın ressamlar olan iki sanatçı Mihri Müşfik(Rasim)(1886-1954) ve Müfide Kadri’dir(1889-1911). Her ikisi resmi hayatlarının ana uğraşı kılmış ve eğitimci olarak da ressamlığın kadınlar arasında yerleşmesi için mücadele etmişlerdir.
 
  Mihri hanımın babası in babasi askeri tıbbiye hocalarıdan Mehmet Rasim, dedesi Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden Asaf Paşadır. Ressam Hale Asaf’ın teyzesi olup ilk resim eğitimini saray ressamı Zonaro’dan alır. Yurt dışında resim eğitimi almak için ailenin rızası dışında Fransız elçisinin eşi Madam Barer’in sağladığı sahte pasaport ile 17 yaşında Roma’ya, oradan Paris’e gider. Oturduğu evin bazı odalarını kiraya verip portreler yaparak geçinir. Balkan savaşından sonra bir borç anlaşması yapmak üzere Paris’e giden maliye nazırı Cevat beyle tanışıp onun önerisi ile önce Darülmüallimat Kız öğretmen okulunda (1913) daha sonra da İnas sanayi-i Nefise mektebinde resim öğretmenliği yapar. Kız öğrencilere bir kadının ders vermesi daha uygun görülmüştür. Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit Yalçın ve Rıza Tevfik’in portrelerini yapar. Yine Roma’ya ikinci gidişinde Gabriel d’Annuzio’nun önerisiyle Papanın resmini yapsa da bir katolik olan papanın, müslüman bir türk kadınına poz vererek resim yapması hoş karşılanmaz ve resim bir süre sonra bir kenara atılır. Türkiye’de yapılan ilk mask çalışmasını Tevfik Fikret’in ölümünden sonra, onun yüzünün maskını çıkararak Mihri hanım yapmıştır. Kurtuluş savaşının bittiği yıllarda, mareşal giysileri içinde bir Mustafa Kemal tablosu yaparak ona sunar.   Eski İttihat Terakki Partisi ileri gelenleri ile olan yakın ilişkisi ve onlardan bazılarının takibata uğramasının kendisine kadar uzanabileceği sanısı ile 1922 yılında ülkeden ayrılır ve son dönemlerini New York’ta geçirir. Orada özel dersler vererek geçirdiği yaşamı New York’ta kimsesizler mezarlığında son bulur. Aileye gönderdiği mektuplarda resim yapmak uğruna çektiği zorluklardan, yeniden hayata başlasa bu zorluklar yüzünden resim yapmayı reddedebileceğinden söz eder. (4)
 Akademi hocalığı sırasında kız öğrencileri çıplak modelden çalıştırmakta direnmiştir. Zaro ağa ve okul hademesi Ali efendi, öğrencilerin dışarıdan model bulması, 1917’den sonra Rusya’dan kaçan Beyaz Rus göçmenlerle canlı modelden desen çalışmalarını sürdürmüştür.

  Müfide Kadri
Altunizade’nin hesap işlerini yöneten Kadri bey tarafından annesinin ölümü üzerine evlat edinilir. Önce Osman Hamdi beyden , sonra da Güzel sanatlar akademisi hocalarından olan İtalyan profesör Valeri’den resim dersleri alır. Resim alanında ilk kadın öğretmen olarak önce Numune mekteplerinde, daha sonra Numune-i İnas adlı kız okulunda ve İnas Rüştiyesi ile, İnas İdadi’sinde müzik ve nakış hocalığı yapar. Darülmuallimat’ta (öğretmen okulu) resim öğretmenliği olarak çalısır. II. Abdülhamit’in kızı Adile Sultan’ın eğitimiyle de ilgilenen Müfide Kadri, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti üyesi olup Almanya’da bir resmi   ödül kazanır. (5) Resim dışında müzik ile de ilgilenmiş, besteler yapmıştır. Resimlerinde portreler, peyzajlar, nötürmortlar ve içinde bir şekilde müziğin yer aldığı konuları seçmiştir.   22 yaşında veremden ölür. 
  Celile Hikmet Enver (1883-1956) in babası Polonya asılı Mustafa Celalettin (Borcenski) Paşanın oğlu ve Sultan Abdülhamit’in yaveri Enver Paşa, annesi Türkiye’ye iltica etmiş Alman asıllı Müşir Mehmet Ali Paşanın (Magdeburg) kızı Leyla hanımdır. Yabancı dilin yanısıra saray ressamı Zonaro’dan resim dersleri alır. Daha sonra resim derslerini Roma ve Paris’te sürdürür. Hikmet beyle 1900 yılında yapmış olduğu evliliğinden oğlu, şair   Nazım Hikmet dünyaya gelir. Hikmet bey
in babası Nazım bey de vali ve tasavvuf edebiyatı ile ilgilenmiş şair Nazım beydir.
 
  Celile hanım 1. Dünya savaşından sonra eşinden ayrılıp bir sure Almanya’da yaşar. Vildan Gizer (1889-1974), Emine Fuat Tugay (1887-1975), Naciye Tevfik ( 1878-1960), Meliha Zafir Yenerden (1896-1979) yine iyi eğitim ve resim eğitimi almış yüksek bürokrat zengin ailelerin kızları olup, evlendikten sonra resim yapmayı hobi düzeyinde sürdürebilmiş, Harika Lifij (1890-1991) ise,  kız öğretmen okulunu bitirip ressam Avni Lifij ile evlendikten sonra mesleğini resim öğretmenliği yaparak sürdürmüştür.Emine Fuat Tugay’ın eski Türk ve Mısırlı ünlü ailelerin yaşam biçimini anlatan ingilizce olarak yazdığı “ Üç yüzyıl” (Three Centuries) isimli kitabı Oxford Üniversitesi tarafından basılmıştır. Meliha Yenerden ise şiir ile de ilgilenmiş, bir şiir kitabı ( Sanguines et Fusains) 1952 de Paris’te “Edition de la Revue Moderna” tarafından yayınlanmıştır.
 
  1914’te İnas Sanayi-i Nefise mektebinin açılmasıyla ilk yıl altısı gayrimüslim olmak üzere 33 kız öğrenci alınır. Okula ilk kaydolan öğrenci 1897 doğumlu Müzdan Arel’dir. Diğerleri Müide Esat, Belkıs Mustafa, Nazire Osman, Fatma Nazlı Ecevit ve Güzin Duran’dır. Okuldan ilk mezun olan müslüman kız öğrenci Belkıs Mustafa’dır.    Güzin Duran (1898-1981) Avrupa konkurunu kazanmasına rağmen Feyhaman Duran ile evlenince eğitimini İstanbul’da sürdürür. Atatürk Kız Lisesi resim öğretmenliğinin yanısıra manzara, nü ve notürmortlar ve karagöz oyunu ile ilgili çalışmalar yapmıştır.
 Okulun 24 no. lu öğrencisi Nazlı Ecevit’in ( 1900-1985 ) büyükbabası padişah yaverleriden Ali paşa, babası Miralay (albay) Emin beydir. Okulu bitiremeden kurtuluş savaşına katılmak için Anadolu’ya geçen babasının yanında Kastamonu’ya gidip, orada öğretmenlik yapar. Daha sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapıp emekli olduktan sonra ömrünün sonuna kadar Salacak’ta resim yapmaya devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarından Bülent Ecevit, Dr. Fahri Ecevit ile yaptığı evlilikten dünyaya gelmiştir. (6)

  Melek Celal Sofu(1896-1976)  Namık Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar, sadrazam Topal Osman Paşa, 19. yy. başlarında 2. Mahmut tarafından idam ettirilen Tepedelenli Ali Paşa’nın aile şeceresindendir. Iki yabancı dilde özel eğitimin yanısıra ilk resim derslerini dayısı ve ilk asker ressamlardan olan Kazım beyden alır. Akademide konuk öğrencilik, Nazmi Ziya Güran’dan özel dersler ile Paris Julien Akademisinde çalışır. İlk evliliğini Hacı Sofuzade Celal bey ile, onu ölümünden sonra ise ikinci evliliğini Alman doktor Prof. Lampe ile yaparak Münih’e yerleşir. Resmin yanı sıra heykel de çalışır.Yaptığı çoğu resmi eşe-dosta hediye eden Melek Sofu (Lampe) son kişisel sergisini Scumacher galeride Münih’te açar. Ayrıca tezhip, hat sanatı ile türk işlemelerini tanıtan fransızca ve almancaya çevrilen 9 adet kitap yazmıştır. Bunlardan “ Hattat Kemal Akdik”, “ Türk İşlemeleri”, “ Şeyh Hamdullah”, “Un Motif Ouddique dans l’arue mement Ture”, “ le Viveut Seraildes Sultans”, “ Turkische Kunst und Turkische Stickerein” adlarını taşıyanlar basılmıştır. “ Hakkı Altınbezer”, “ Bahattin Tokatlıoğlu”, “ Necmettin Okyay” ile ilgili olanlar ise basılamamıştır. (7)
 
   “Mecliste ilk Türk kadını” (1936) adlı tablosu ise Türkiyede belki de ilk feminist resim olması dolayısı ile önem kazanır. (8)

Fahrünnisa Zeyd (1901-1991)
in babası tarihçi, hoca ve diplomat Şakir paşa, amcası sadrazam Cevat paşadır. Aileden tiyatro, şiir, resim, seramik sanatları alanında   bir çok sanatçı yetişmiştir. 1920 de mezun olduğu İnas Sanayi-i Nefise mektebindeki eğitimini Paris’te Ranson Akademisi, Stalback ve Bissier atölyeleri ile İstanbul’da ressam Namık İsmail atölyesi ile sürdürür. “D grubu”na katılır. Yurt dışında en fazla sergi açmış sanatçılardandır. Portrelerinin yanısıra soyut çalışmalar yapmıştır.(9)
 
Sabiha Bozcalı( 1903-1998) nın annesi, dahiliye nazırı (içişleri bakanı) Memduh paşa’nın kızı , babası bahriye nazırı Bozcaadalı Hasan paşanın oğlu Rüştü paşadır. Berlin ve Münih’te Louis Corinth ve Karl Caspar’dan ders alır. Davet üzerine Mısır hanedanın resmini yapmak için Mısır’a gider. Mısır dönüşü Paris’te Paul Signac ve Roma’da George de Chirico atölyelerinde çalışır. Portre -bir Atatürk portresi de vardır içlerinde-, notürmort ve peyzaj türü resimlerinin yanında kitap ve dergi resimleme ve grafikle ilgilenir. Bunların içinde Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul ansiklopedisi ve Zonguldak kömür işletmeleri üzerine çalışmaları sayılabilir.

Hale Asaf ( 1905-1938) 
ın babası 2. Abdülhamit döneminin temyiz reisi Salih beydir. Büyükbabası Sultan Abdülhamit’in yaverlerinden Asaf paşa, 1901 yılında zehirlenerek öldürülür. İngiliz ve Rum mürebbiyelerden küçük yaşta ingilizce ve rumca, okuduğu Notre dame de Sion ‘da fransızca ve uzun yıllar kaldığı Roma’da italyanca öğrenmiştir. Teyzesi Mihri Müşfik ve Namık İsmail’den resim dersleri alır. 16 yaşında ailesi tarafından Berlin Güzel Sanatlar Akademisine gönderilir. Kurtuluş savaşının kazanılması üzerine padişahlık yanlısı babası ve amcasını Mısır’a kaçması üzerine parasız kalır ve ailesi ile birlikte Roma’ya teyzesi Mihri hanımın yanına gider. Paris döneminden sonra Türkiye’ye dönüp Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği yapar. “ Yeşil Türbe”, “ Cem Sultan Türbesi”, “ Eski Bursa Evleri”,

 “ Çorapçılar Çarşısı” resimleri o dönemdendir. İzlenimci anlayışa karşı gelişen “Müstakil Ressamlar ve heykeltraşlar Birliği” içinde yer alır. Tekrar Paris’e dönüşte İtalya’da Mussolini’ye karşı olduğu için ülkesinden kovulan Antonio Aniante ile tanışıp hayatını onunla paylaşır. Aniante’nin Atatürk hakkında yazdığı kitap ( Mustapha Kemal le Loup Gris d’ Angora) 1934’te Paris’te basılır. Küçükken köpekten kaptığı bir kist yüzünden üç kez karaciğer ameliyatı geçirir. 31 mayıs 1938 de Paris’te , 6 haziranda açılacak 37 resimden oluşan sergisini açamadan bir hafta önce karaciğer kanserinden ölür. Bu resimlerin kimlerde olduğu bilinmemektdir.
Aliye Berger (1903-1974)   Fahrünnisa Zeyd’in kız kardeşidir. Macaristan’da bir halk ayaklanmasına katıldığı için kaçıp Türkiye’ye sığınan ve evlerinde müzik dersi vermeye gelen Carl Berger’e aşık olur. Beraberliklerinden 23 yıl sonra evlenirler ve evlendikten 6 ay sonra bir kalp krizi sonucu eşini yitirir.     Geçirdiği bunalımdan kurtulması amacıyla Fahrünnisa hanım tarafından Londra’ya götürülür. Orada gravür yapmaya başlar ve gravure daha once denenmemiş malzemeler sokar. Basılan malzemenin dokusundan yararlanmak için onları tülbent, zımpara, kasap kağıdı gibi malzemelere basar.
  O andaki heyecanlarını, duygularını anında aktarmak isteyen, netliği olmayan, sürekli hareket halinde çizgi akışı ile ruhsal izlenimcidir denebilir, kendi duygularının izlenimcisi. “Ablam bir gün metal plakalar gösterdi ve bir takım iğne gibi uçlar, gravür kalemleri. Onları elime aldım. Öfke ile mi, sevgi ile mi bilemiyeceğim o metal plakaları oymaya başladım. Anılarımı deşiyordum bu sert plakalarda. Onları, anılarımı böylece yeniden var ediyordum. Yaşar kılıyordum kendimce” demektedir.(10) Çizdiği şeyler oda içleri, içerdeki eşyalar, dolaplar, süpürgeler, çaydanlıkar, sevgilisi, peyzajlar, kayıklar, ağaçlar sanki her an dağılıp kaybolabilir ve geriye yüzeyde sadece bir ton leke kalabilirmiş gibidir.
 
  Yapı kredi bankasının 10. yıl kutlamaları çerçevesinde 1954’ te açtığı yarışmalardan resim dalında birinciliği Aliye Berger’in “ Güneşin Doğuşu” isimli resmi kazanır. Jüride Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Kongresi için gelen üç yabancı sanat tarihçisi vardır. Dönem çok partili rejimle birlikte devletçi ve korumacı anlayıştan özel teşebbüsçü liberal piyasa ekonomisi anlayışına geçiş dönemidir. Bu çerçevede Yapı Kredi bankasının yarışma konusu da “ Türkiye’nin İktisadi Hayatından Çeşitli Üretim Faaliyetlerini Gösteren Tablolar”dır. Sanat alanında bir tarafta akademi hocalarının başı çektiği kübist eğilimli “D grubu ressamları”, diğer tarafta ise “ tavanarası ressamları” denilen ve Avrupa’da kübizmin eskidiğini ileri sürerek onlara itiraz eden soyutlamacı eğilimdeki ressamlar vardır. Aliye Berger’in soyutlamacı anlayıştaki resminin birinciliği kazanması akademik alanda büyük bir tartışma yaratır.

  Eren Eyüboğlu(1907-1988) 
Romanya’nın Yaş kentinde doğan Eren hanımın asıl adı Ernestin Letoni’dir. Eğitimini Yaş Güzel Sanatlar Akademisi ve 1926 da gittiği Paris’te Andre Lhoth’un atölyesinde gerçekleştirir. Aynı yıl orada Bedri Rahmi ile tanışıp ona aşık olacak ve 1936 yılında onunla evlenmek üzere Türkiye’ye gelecektir. 1939’ da oğlu Mehmet Eyüboğlu’nun doğumu ve hastalıkları 10 yılını alır ve bu dönemde evde yapılabilir portre ve notürmort çalışmalarına yönelir.   1950 den sonra Anadolu’nun motifleri ve temaları resimlerine girer. Sanatçıların anadoluya açılmasında o dönemin “Anadolu Kübizmi” adı verilen hareketinin etkisi olmuştur. 1946’ da Nurullah Berk bir yıl Paris’te kalarak dönemin özelliklerini incelemiş, toplumcu gerçekçi, gelenekselci Meksika resmindeki patlamayı kendi kübist anlayışları ve anadolunun yerelliği ile kaynaştırmak istemiş, D grubunu bu konu üzerinde çalışmaya teşvik etmiştir.(11) 1951 de Fransız konsolosluğunda açılan grup sergide Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Zühtü Müridoğlu ve Fahrünnisa Zeyd’in yanında Eren Eyüboğlunun da    figürsüz soyut çalışmalar yaptığını görüyoruz. (12) Ama daha sonra tekrar figüratif resme dönecektir. Oğlu Mehmet Eyüboğlu ile yaptığım söyleşiden “2. Dünya savaşında 11 yıl Nazi işgalinde kalan Romanya’da bulunan ailesinden hiç bir haber alamadığını, sınırlar açıldıktan sonra gittiğinde de kendini orada   yabancı hissettiğini” öğreniyoruz . Ve yine “kocasının çapkınlıklarına aşkı, çocuğu ve gidecek yeri olmadığı için katlandığını, resim yaparak varolduğunu ve manevi acılarını altedebildiğini”. (13)
 1907 doğumlu olan Maide Arel  Güzel Sanatlar Akademisinden mezun olur. Ressam Şemsi Arel ile evlenir. Eşiyle gittiği Pariste Andre Lhothe , Fernand Leger ve Metzinger atölyeleride çalışır. Paris’te iken “Arte Moderne” müzesinde açılan “Clup İnternational Feminen” yıllık sergisinde “Türk Hamamı” resmi ile bronz madalya alır.
Füreya Koral(1910-1997) Şakir paşanın torunu ve Fahrünnisa Zeyd ile aynı ailedendir Notre dame de Sion kız lisesi ve İstanbul Darülfünun felsefe bölümünden mezun olur. Tedavi için gittiği İsviçre’de amatörce başlayan seramik çalışmaları Lozan’daki eğitiminden sonra Paris’te Serré’ de devam eder. 1955 yılında Cannes’de uluslararası seramik yarışmasında gümüş, 1962 Prag uluslararası seramik yarışmasında altın madalya ile ödüllendirilir. 1986’da Neşe Erdok ile Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar ödülünü paylaşır. Ankara Ulus Çarşısındaki duvar panoları(1962), İstanbul Manifaturacılar Çarşısındaki duvar panosu(1969), İstanbul Divan Pastahanesi, Hilton, Sheraton, Ankara Marmara Oteli duvar panoları yapıtlarından bazılarıdır.
Geçiş döneminin sanatçı kadınları arasında resim yanında heykel ve seramik ile de ilgilenmiş diğer iki sanatçı Sabiha Bengütaş (1904-1992)ve Nermin Faruki (1904-1991)’dir. Sabiha Bengütaş 1938 yılında Atatürk ve İnönü için açılan heykel yarışmasında birincilik ödülü alır. Atatürk heykeli Çankaya Köşkü'nün bahçesinde, İnönü heykeli ise; Mudanya'da bulunmaktadır. Nermin Faruki’nin yaptığı büst çalışmaları arasında Hadi Bara, Ahmet Faruki büstleri yer alır.
 Furumet Tektaş (1912-1961)  Milli mücadele hükümetinin ilk dışişleri bakanlığı müsteşarı ve cumhuriyetin ilk Roma büyükelçisi Suat Davaz’ın kızıdır. Roma Villa Medicis Akademisi ve Via Margutta’daki İngiliz Akademisinde resim eğitimini sürdürür. Paris’te Grande Chaumıére ve André Lhote atölyelerinde babasının Paris büyükelçiliği sırasında 5 yıl çalışır. Türkiyede ilk Filarmoni derneğini kurar. Afif Tektaş ile evlenir. Sağlığında 1945’te Filarmoni derneği salonlarında açtığı serginin dışında resimlerini hiç sergilememiştir. Ölümünden bir yıl sonra 1962’de Resim Heykel Müzesi ve 1996’da Kadın Eserleri kütüphanesinde açılan iki sergi ile unutulmaktan korunması sağlanmıştır. Bedia Güleryüz(1903-1991) İstanbul’a 1870’li yıllarda göç ederek gelmiş bir ayan ailesindendir. Babası Mehmet Halit bey, Muhasebat’taki (Sayıştay) görevinin dışında bir hat sanatçısıdır. Ressam Mehmet Güleryüz’ün halasıdır. İnas Sanayi-i Nefise’de okur. Feyhaman Duran ve Ahmet Haşim resim ve sanat tarihi hocaları olur.
 
  Avrupada 2 yıl üstüste burs kazandığı halde ailesinin izni olmadığı için yurt dışına gidemiyecek, ancak amcasının daha sonra doktora yapmak üzere Berlin’e gidişi onun için fırsat olacaktır.1936-39 yılları arasında Berlin’de Arthur Kampf ile resim çalışır.(14)Benim aşkım sanatımdır” düşüncesiyle hiç evlenmiyerek, hayatını resim yapmak üzere kurgular. (15) İmpresyonist etkili açık hava manzara resimleri ile Cezanne etkili notürmortlar ve kendi portresini yapmıştır.
 
  İnas Sanayi-i Nefise’nin öğrenci ve mezunlarının yer aldığı 1916 ve 1923 arası Galatasaray sergilerinde adı geçen ancak daha sonra   pek varlık gösterememiş olan diğer kadın sanatçılar arasında Ruşen Zamir, Melek Fevzi, Zahide Özar, Emine Naciye, Efraz hanım, İhsan hanım, Hatice hanım, Emine Nusret hanım, Nevzat hanım, Melek Ahmet hanımın adları sayılabilir. Nazlı Ecevit’in kızkardeşi Melek Savut(1902-1973) da Amerikan Kız koleji ve kız öğretmen okulu mezunu olup İngilizce öğrtmenliğinin yanında resim ve heykelleriyle tanınan bir sanatçıydı.

Sonuç

 

  Bu çalışmada modernleşme sürecindeki ilk kuşak kadın sanatçılar ele alınmıştır.   Nedeni, söz konusu sanatçıların, kadının ikinci sınıf eviçi bir varlık oluşuna ilişkin kanaatlerin yoğun olduğu,   dinsel olarak suret ve figür yasağı düşüncesine   sahip bir toplumda yaşarken, öte yandan da kargaşalar, işgal , Atatürkle başlayan kurtuluş savaşı, yeni cumhuriyetin kurulması ve hızlı modernleşme hareketinin, yaşama ve düşünce ortamının hızlı dönüşüm aralığında var olmalarıdır. Yabancı misyonlarla ilişkide yüksek derecede bürokrat ailelerin kızları olup, iyi eğitim almışlar, çoğu evlenip mesleğini profesyonelce sürdürememiş, sürdürmekte ısrarlı olanlar da pek çok eziyete katlanmak ya da evlenmekten vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Bu zihniyet devrimi sürecinde de genellikle göz duyumuna dayalı empresyonist   resme , kişisel ifadeye yakın durmuş ve genellikle suret yasağı inancına karşı durmak istercesine portrelere de ağırlık vermişler, hatta sanki ben varım dercesine kendi portrelerini resmetmişlerdir.

 

Kaynakça:

 

(1) Berger John, Görme Biçimleri, Metis yayınları , çeviren:Yurdanur Salman S.46
(2) ÇAKIR Serpil, “ Osmanlı’da kadın Hareketi”
(23MEVLAN Ulviye “ Düşünüyorum”
(4)TOROS Taha “ İlk kadın Ressamlarımız” s..84, Ak yayınları sanat Kitapları Serisi-1988
(5)Bkz, s.20
( 6)Bkz, s. 45-52
(7) Bkz. S.62
(8) ATAGÖK Tomur, “ Cumhuriyetten Günümüze kadın Sanatçılar” s. 18, T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler genel Müdürlüğü, İst-1993
(9)TOROS Taha, , s.53-56
(10)BERGER Aliye “ Yaşamı, Sanatı, Yapıtları, Ada yayınları-1980, s.7
(11) SÖNMEZ Necmi “ Güneşi Doğuşu- Aliye Berger” 20 Aralık 10 aralık1994 –7 ocak 95 Maçka
       Sanat galerisi Sergi kataloğu.
(12) EYÜBOĞLU Eren, Ada yayınları, ist-1994 s.43 
(13) Eren Eyüboğlu’nun oğlu, Mehmet Eyüboğlu ile yaptığım söyleşi
(14) GÜLERYÜZ Mehmet, “ Bedia Güleryüz Retrospektif sergi kataloğu” 21 kasım-2 aralık 1995, Çit kasrı Yıldız sarayı, s.4-6
(15) GÜLERYÜZ Hayrettin, Mehmet Güleryüz tarafından bana iletilmiş olan Bedia hanımın küçük kardeşinin özel notlarından
 Not:Ayrıntılı bilgi için “ Batılılaşma Hareketleri İçinde Kadın Ressamlar” (1996) isimli master tezime bakılabilir.
 
           
    
Not: Bu makale İstanbul Next Wave Berlin sergi kataloğunda almanca ve Genç Sanat dergisinde türkçe olarak yayınlanmıştır.